11 Şubat 2020 15:31 | Son Güncelleme: 11 Şubat 2020 15:53

''Atlarımız bizim çocuklarımız gibi''

Anne Nurbiye Gülerce, kızları Selma ve Gülnur Gülerce Yıllardır sahalarımızda olan, pek çok büyük kupanın sahibi Gülerce Ekürisi’nin günümüzdeki temsilcileri. Rahmetli Yavuz Gülerce’nin ardından; bugün 82 yaşında olan Nurbiye Hanım, hala atlarıyla yakından ilgileniyor. Kızları Selma ve Gülnur Gülerce ise babalarından devraldıkları bayrağı hem iş hayatlarında hem de atçılıkta taşıyabildikleri kadar ileri taşımak gayesindeler. Gülerce Ekürisi’nden, Gülnur Gülerce ekürilerinin dününü, bugününü ve hedeflerini anlattı.

TJK'nın Sesi Dergisi'nin ''Kadın Atçılar Anlatıyor'' bülümünde bu ayın konuğu Asli Üyesi Gülnur Gülerce oldu. İşte Gülnur Gülerce'nin TJK'nın Sesi Dergisi'nin Şubat sayısına verdiği özel röportaj...

Camiada kadın atçılarımızın sayısının artması hepimizin temennisiyken, ekürinizde annenizin çok etkili olduğunu görüyoruz. Mahmudiye’de büyümüş ve babanıza atçılıkta çok destek oluyor. Biraz ekürinizin kuruluşundan, atçılığa başlama hikayenizden bahsedebilir misiniz?

Gülerce Ekürisi, rahmetli Yavuz Gülerce ve Nurbiye Gülerce’nin birlikteliği ile kurulmuş bir eküri. 30 yılımızı doldurmak üzereyiz. İnşallah, nice yıllarımız olsun. Bu camiada çok güzel günlerimiz oldu. Büyük heyecanlar yaşadık. Aynı zamanda yarış kaybedip üzüntüler de yaşadık ama bu bambaşka, çok güzel bir camia. Öncelikle, beni böyle bir camianın içinde var ettikleri için aileme çok teşekkür ediyorum. Kulübüme, bakanlığımıza, çok teşekkür ediyorum. Bizlere her zaman destek verip yolumuzu açtılar. Atlarımızı istediğimiz zaman istediğimiz ihalelerden alabildik. Hanım olarak da hiç fark gözetmeksizin koşabildik. 

Biz Kafkas Türkü’yüz. Dedelerimiz Kafkasya’dan göç etmişler. 

Kafkas Türkleri’nin en değer verdiği önce ailesi ve ailesinin bir bireyi olarak at’tır. Annem her zaman anlatır; Mahmudiye’de ilkokula da atlı arabalarla gitmişler. O zamanlar çok kar olurmuş, sırtta taşırlarmış çocukları kar’a bata çıka... Babam da uzak değilmiş atlara. Sülalesi Kafkasya’da, atçılıkta önde gelen bir sülaleymiş. Hala da öyleler. Oradaki jokey kulübünde etkin yerlerdeler. Hatta, bir kuzenim yaklaşık 2 ay kadar önce orada Karaçay atlarının pedigrilerinin olması için uzun yıllar çalıştıktan sonra, studbook atların soy ağacı defterini hazırlayıp onaylattı. Şu anda hepsinin pasaportları çıkarılmış durumda. Tabii atçılık orada bizim kadar ilerlemiş değil. Biz Avrupa standartlarına daha uygunuz. Orada da endurance (atlı dayanıklılık) yarışları ön planda...

Biz at’la büyümedik ama çocukluğumuzda Mahmudiye’de panayırlar olurdu. O panayırlarda at yarışları düzenlenirdi. Biz hep kuzenlerimle, dayımla beraber at yarışlarını izlerdik. Senede bir kere Mahmudiye’ye panayıra gitmek için gün sayardık. Bir daha ne zaman gideceğiz diye beklerdik. Bu şekilde atları biraz daha yakından tanıma fırsatı bulduk.

Sonuç olarak atları seviyoruz. İyi ki burada bu işi yapıyoruz. Güzel bir iş ki her sabah saat 4’te bu atımın idmanı nasıl olmuş, 10’da bir sıkıntısı var mı, yok mu diye kontrol ediyoruz. Acemilik dönemimde çok daha yakından öğrenmeye çalışıp arıyor, soruyordum. Öğrenmenin yaşı yok ama şimdi daha çok keyif aldığım bir dönemdeyim.

“Bu iş çok enteresan. Atçılık yapmayan arkadaşlarımdan ‘Hala alışmadın mı?’ diye soranlar oluyor. Her yarış ayrı bir heyecan... Sanki ilk defa bir atınızı koşuyormuş gibi hissediyorsunuz. Özellikle maiden koşuların heyecanı daha farklı oluyor.” 

“Atçılığımızın gelişmesi ve daha çok tanınıp destek alabilmesi için insanların dışarıdan çok zor gördükleri at sahibi olmanın daha da kolaylaşmasını istiyorum. Bu camianın daha da kalabalıklaşmasını istiyorum. Umarım ileriki dönemde böyle olur.”

“KULÜPTEKİ BÜYÜKLERİMDEN ÇOK BÜYÜK DESTEK ALDIM”

Babanızdan bayrağı devralıp atçılığa devam etme kararını nasıl aldınız?

Babamızı kaybettikten sonra, 3 kadın bir arada kaldık. Annemiz başımızda...  Annem dedi ki; “Sizler; her zaman yaşamında, işinin bir tarafında vardınız. Ne yapmak istediğinize karar verin. Ben sizi yönlendiremem ama ben atçılığa devam edeceğim.” Biz de kardeşimle birlikte “Senin yanındayız.” dedik ve devam ettik. 

Aslında yine Nurbiye Hanım’ın ön ayak olması diyebiliriz. Babanızla birlikte tüm yarışları beraber izlemeleri de çok önemli ki kendisi de “Bir ailede birlik varsa başarı olur” diyor.

Onu her zaman söyler. Şimdi, buraya gelirken de telefonlaştık. Hala sahaya gidemediğimiz zaman yarışları televizyondan birlikte izliyoruz.  Buna artık ne dersiniz, totem mi dersiniz… Hep birlikte olmak, bir arada olmak uğurlu geliyor gibi. Hatta, birinci olduğumuz gün herkes nerede oturduysa yine oraya oturur. Bu, işin şaka tarafı ama atçılıkta bunlar vardır tabii.

Atçılık camiası erkek egemen bir camia… Sizler gibi kadın atçılarımız da var fakat babanızı kaybettikten sonra 3 kadın; eküriyi devam ettirirken karşılaştığınız zorluklar, önünüze çıkan engeller oldu mu? Olduysa nasıl aştınız?

Rahmetli babamın kurduğu bir eküri olduğu için öncesinde her şey ayarlanmıştı. Ama her zaman, her şeyi istediğiniz gibi götüremiyorsunuz. İş hayatı da böyledir. Babanızın ekibiyle çalışamayabilirsiniz. Bir dönem babamın kurduğu ekiple ilerlemeye çalıştık. Ardından, başka bir ekiple devam ettik. Takıldığınız bir yer, çözemediğiniz bir konu olabiliyor. Fakat, genel itibarıyla ben Kulüpteki büyüklerimden çok büyük destek aldım. Babam rahmetli olduktan, özellikle de biz atçılığımızı devam ettireceğimizi beyan ettikten sonra gerçekten de çok büyük destek gördük. O yüzden, bütün değerli büyüklerime tekrar tekrar teşekkürlerimi iletirim.

90’lı yıllarda, Arap atçılığına damga vuran ekürilerdensiniz. Ardından babanızla yine İngiliz atçılığına da başlıyorsunuz. Siz iki atçılık arasındaki farkı nasıl görüyorsunuz?

Arap atçılığıyla başlamamızın nedeni, Arap atının daha dayanıklı olması. Dayanıklı olduğu için çabuk arızalanmaz, antrenmanlarında daha rahat sonuç alıp sahaya getirebilirsiniz. O dönemde babama verilen tavsiyeler de bu yöndeydi. Biraz daha ekibini oturttuktan sonra İngiliz atçılığına başladı, yurtdışından kısraklar getirdi.

“90’LI YILLARA ARAP ATLARIMIZLA DAMGA VURDUK!”

Fransa, İngiltere, Amerika ve İrlanda’ya gidiyorlar bildiğim kadarıyla…

Hatta, Rusya ve Polonya gezileri de vardır atçılık üzerine. İngiliz atçılığını da getirdikleri kısraklarla devam ettirdi. Anne ve babamın, o zamanlardaki başarılarını bizler gerçekleştiremedik. Yani, 90’lı yıllarda Arap atlarımızla iyi koşular yaptık ve bu güzel koşulardan sonra atlarımızı TİGEM haralarına verdik. Çok başarılı aygır oldular. Yavruları, sahalarda başarılar kazandı.

Bir tek Yavuzhan’da talihsizlik yaşadınız sanırım. 

Evet, bazen çok büyük atlar bu kaderi paylaşıyorlar demek ki. Böyle safkanlarımız oldu maalesef. Onları da kazanabilseydik keşke, ne mutluydu bize… Babamın vefat ettiği 2006 yılından sonra İngiliz atçılığına ağırlık verdik. Bu arada, ben yine Arap atçılığı için TİGEM’den yılda 8 - 10 tay aldım. Hatta 2010 ya da 2011 yıllarında rahmetli Remazan Kaya’dan sonra, son 5 yılın Arap atçılığına en çok yatırım yapan 2. eküriydik. Arap yarışlarında 90’lı yılların çoğu kupasına sahibiz eküri olarak ama İngilizlerde maalesef aynı başarıyı yakalayamadık. Ardından Arap atlarımızla da arzu ettiğimiz Cumhuriyet, Haralar ve TBMM Koşuları’na ait kupaları maalesef uzun yıllardır göremedik.

Bu yıl da Diliran vardı.

Evet, yarış yaşamı çok kısa sürmesine rağmen çok güzeldi. Bayhan, babamın vefatından sonra aldığım ilk at olmuştur. Bayhan’ın da o yönden bende yeri ayrı. Gerçekten güzel yarışlar çıkardı. Bir de Deha’mız var tabii... Daha önceki yıllarda, Şanlıurfa’ya gönderildiği için kendi kısraklarıma çekim yapamamıştım. Ama, şimdi Deha’dan güzel bir tayımız var. Gözünün içine bakıyorum. Onu da inşallah sahaya sağlıklı bir şekilde getiririz. Bayhan’ın tayını çok merak ediyorum aynı şekilde. Diliran bu sene aygır oldu. Çok da koşmadı, yorulmadı. O yüzden, onun da verimli olacağını düşünüyorum. 

Yavuzhan’ın ilginç bir alınış hikayesi var. Atçılığın nasip işi olmasına da güzel bir atıf aslında…
İşte nasip kısmet işi... Sonuç olarak at parayla alınmıyor. Çok büyük paralar ödeyerek, rekor fiyata aldığım bir Deha var, şimdi aygırlık yapıyor ama koşmak nasip olmadı mesela. Bir taraftan da beğenilmeyen, problemli görülen bir atı aldığımızda şampiyon çıkabiliyor. Bunun ana fikri, at hiçbir zaman parayla alınmıyor.
 
“Bu işin bileni yok.” derler.
 
Evet, bu işin bileni yok. Daha geçen hafta aşım sezonu için bir çalışma yaptık. Kâğıt üzerinde her şey uyuyor.  Şampiyonu yakalıyoruz diyorsunuz. Ama nasip kısmet işte... Kâğıtta yazdığı gibi çıkmayabiliyor. Hatta, sahaya getirip koşmak dahi nasip olmayabiliyor. 
Ve Caş tabii ki…

Caş da Yavuzhan’ın gölgesinde kalmamalı. Aynı zamanda; Caş’ın taylarının iyi koşması, TİGEM için de büyük bir başarıdır.

“YAVUZHAN İLE POTODA ÇOK YARIŞ KAZANDIK, ARSENIC İLE KAYBETTİK...”

Arap Atçılığı’ndaki başarılı safkanlarınız saymakla bitmiyor. Yeniden İngiliz atlarınıza dönersek; babanız “Bir gün Gazi’yi kazanacağız!” demiş ki, potoda kaybedilen bir Gazi Koşusu var. 
Belki de 10 yılda bir yakalayabileceğiniz bir atı buluyorsunuz, sahaya getiriyorsunuz. Aşım sürecindeki çalışmalar, eşleşmeler hep bunun için. Uzun mesafe mi olsun, çimci mi olsun, kumcu mu olsun… Hedefinize göre bir şeyler yapmaya, yaptırmaya çalışıyorsunuz. Sonuna kadar getiriyorsunuz ve yarışı potoda bitiriyorsunuz. Bunlar atçılığın güzel tarafları. Potoda geçebilirsiniz de... Yıllarca Yavuzhan’la potoda çok kazandığımız yarış oldu. O gün de biz potoda geçildik. 

O an ne hissettiniz?

O an, sadece sonucu bekliyorsunuz. Yarışı kazandım mı, kazanmadım mı... At yarışlarında zaten böyle olmuyor mu? İyi bir koşu oluyorsa, heyecanla takip ediyorsunuz.  Son 50 metre, son 20 metre… Kalbiniz de zaman da duruyor.  Sadece sonucu bekledik. Kısmet değilmiş, 2’nci olduk. Geçiyorsunuz da geçiliyorsunuz da...Nasip deniliyor ama başta çalışmak da lazım. Her şeyi tam yapıp sonra kısmete nasibe bırakmak lazım. Ekibime de söylüyorum. Bana göre, yarışta şans faktörü yüzde birdir. İyi yetiştirin, doğru yarışı seçin, jokey de doğru binsin. Kalan yüzde biri de şanstır. 

Bu yıl ya da önümüzdeki yıl için var mı güvendiğiniz bir tay?

Geçen sene, ‘Ben bıraktım bu Gazi işini.’ dedim artık. Birisi Gazi’ye kayıt ettirelim dediği zaman tabii ki heyecanlanırım. Açıkçası, hepimizin belirli bir arzusu oluyor.  

Tayı bir yere getiriyorsunuz ama ya uzun koşamıyor ya çim koşamıyor ya da sakatlanıyor. Pek çok etken var. İnşallah ekibimiz güzel bir çalışmayla Gazi’ye kadar bir tay getirirlerse, ben de bunun keyfini çıkarırım.

Yurt dışında atçılık yapma planınız var mı?

Doğrusu bir dönem düşündüm. Hatta aldığım 5 anneyi de orada bıraktım ama bölünmek bizim için zor olacaktı. Profesyonel bir ekiple çalışıyoruz. Bu, daha sonra benden istenir mi bilemiyorum. İstenirse de o noktada destek olurum belki ama şu anda düşünmüyorum. Öncelikle buradaki başarı yüzdemizi arttırmamız gerekiyor. 

Başka spor dallarıyla aranız nasıl?

Gençliğimde kayak ve sörf yaptım. Uzun süre de devam ettim. Şimdi de kayak yapıyorum ama çok aktif değilim. 

Futbol sever misiniz?

Futbolu rahmetli babamla izlerdik. O da Galatasaraylıydı. Malum formalarımız da sarı - kırmızı...

“FORMAMIZ SARI KIRMIZI ÇÜNKÜ…”

Tam da bunu soracaktık; Ekürinizin atları, Anneniz Nurbiye Hanım, kardeşiniz Selma Hanım ve sizin üzerinize koşuyor. 3’ünüzün de forma rengi de sarı-kırmızı…

Galatasaraylı olduğumuz için. İsimlerimizin baş harfleri de (Gülnur, Selma) uyuyor. Tesadüf olmuş. 

Şahane bir tesadüf olmuş. Maçları takip eder misiniz?

Söyle söyleyeyim, başarıya herkes ortak olmak ister. Galatasaray başarılı olduğu zaman şevkle izliyoruz. Bu, insanın doğasında var. Başarısızlıkta herkes bir bahane bulur, elini taşın altına koymaz, bir mazeret bulup uzak tutar kendisini ama herkes başarının ortağı olmak ister. Herkes o işin ortağı, yapı taşı olmak ister. Bu hayatın içinde olan bir şey. Bu nedenle, Galatasaray başarılı olduğu zaman ben de hemen maç izliyorum, taraftarlığın coşkusunu yaşıyorum. 

Peki, bir gününüz nasıl geçiyor? Kaçta uyanıyorsunuz? Atlarınızın antrenmanlarını takip eder misiniz? Gün içinde nelerle ilgilenirsiniz?

Gününe ve haftasına göre değişiyor ama ailemizde de hep erken kalkılırdı. Atların antrenmanlarının videoları gelir, kahvemi içerken onları seyrederim. Sonra geceden aldığım notlarıma ilavelerimi yaparım ve toparlanır, evden çıkarım. İstanbul’daysam ofisimize geçerim. İzmir’deysem İzmir’deki iş yerime geçerim. 

Foça’daki haranızda vakit geçiriyor musunuz?

2019’un son çeyreğinde İzmir’de daha çok kaldım. Çünkü orada bazı güzel gelişmeler oldu. Beni sevindiren, umutlandıran taylarım oldu, bu sebeple İzmir’e daha çok gidiyorum. Mutlu oluyorum. Gideceğim zaman, annem de bana eşlik ediyor. Allah uzun ömür versin, 82 yaşında kendisi. Hala da “Onu yaptınız mı, bunu yedirdiniz mi?” ya da “Bu atın şurasını iyi görmedim” diye fikir veriyor. 

Peki siz müdahale eder misiniz? Yoksa ekibinize mi bırakıyorsunuz?

Ben ekibime bırakıyorum. Yıllarca babam da öyle yapmıştı. Biz de ondan öğrendik. Çünkü “Ben böyle yapacaktım ama patron öyle istedi.” denilmesini istemiyorum. Herkes var gücüyle doğru üretmeye yönlensin. O yüzden, herkes kendi sorumluluğunda...

Eküriyi Ankara’ya taşımaya nasıl karar verdiniz?

Bir gün İstanbul ahırlarında, akşam gezintisinde oturuyordum. Gezinti padoğunu suluyorlardı. Güzel bir rüzgar vardı, mutluyduk. Aradan 3 - 5  yıl geçti. Bir akşam yine aynı yerdeydim, hiç esmiyor, nefes de alınmıyordu. Etraf hep inşaat tabii... Denizden gelen hava akımı yok. Atlara bir yerden oksijen gelme şansı da yok. Maalesef ki belirli bir saatten sonra da atlar ahırlara konuluyor, ahırların kapısı da kapanıyor. Herkes istirahatine çekiliyor. Atlar, doğru dürüst hava bile alamıyor. Zaten, Türkiye’deki atçılığın en büyük sıkıntılarından biri de bu. Sonra “Artık ben bile burada otururken keyif almamaya başladım.” dedim. Ata bakıyorum, önümden geçerken “pırıl pırıl” değil. Önce İzmir’i düşündüm, ters saha... Sonra bir büyüğüm yine bana destek oldu, “Neden Ankara’yı düşünmüyorsun?” dedi. Orası karasal iklim etkisinde, akşamları serin olur, tertemiz havası var, pisti de güzel. O zaman atlarımı Ankara’ya götürmeye karar verdim. Şimdi kışın Adana’dayız. Her ne kadar iklim değişikliklerinden dolayı her şey değiştiyse de oranın da kışa göre iyi bir iklimi var. Yazın da Ankara’dayız ki atlarım o sıcakta Ankara’da daha sağlıklı yaşıyor. 

En büyük sıkıntı dediğiniz noktayı biraz daha açabilir miyiz?

Seyisler belli bir saatten sonra, tabii ki kendi hayatlarına devam edecekler. Atlarımız boxlarda uzun süre kapalı kalıyorlar. Bu nedenle yapılmakta olan idman merkezimiz için Sayın Başkanıma, Yönetime ve katkısı olan tüm değerli büyüklerime teşekkür ediyorum.  Bu tür bir idman merkezleriyle; atlarımızı daha sağlıklı yetiştirip, antrene edip sahaya koşmaya getirebiliriz. 

“HEDEFLERİ ASLA BÜYÜK TUTMAMAK LAZIM”

Sosyal medyayı nasıl değerlendiriyorsunuz, kullanır mısınız?

Bir tek Instagram hesabım var. Onda da ailem, kuzenlerim, birkaç iş arkadaşım ekli... Gülerce Ekürisi olarak bir internet sitemiz var. Orada da taylarımızın, kısraklarımızın, aygırlarımızın, atlarımızın bilgilerini veriyoruz. Kazandığımız yarışları ekliyoruz. 

İlerleyen yıllar için bir hedef koydunuz mu?

Hedefleri büyük tutmamak lazım. Hedefleri büyük tutup ulaşamadığınızda demoralize oluyorsunuz. Açıkçası, dediğim gibi 2019 yılında artık hedef koymamaya karar verdim. Basamak basamak ilerleyelim. Güzel atlarımız olsun. Hem sağlıkla koşalım hem de biz sağlıkla, mutlulukla onları izleyelim. Temennim bu. Türkiye Jokey Kulübü’nün aldığı yeni aygırlar da atçılığımız için çok büyük bir yenilik olacak. Kısraklarımızla onların çalışmalarını yaptık. Bence atçılığımız ivme kazanacaktır. Kendi adıma, hem çalışma ekibimle hem de sizlerle güzel günlerimiz olmasını diliyorum. Türkiye Jokey Kulübü Eski Başkanı Behçet Homurlu’nun güzel bir sözü vardır; “Biz büyük bir aileyiz.” Allah, nice seneler atçılığımızı yapmayı nasip etsin. 

İşin keyfini çıkarmak en büyük anahtar galiba...

Olacağı varsa, yazıldıysa biz beklemezken kupa da elimize gelir. 

Pek çok başarılı safkanınızdan bahsettik ama sizin için en özeli hangisiydi?

İnanın çocuklarımız onlar bizim...

Peki en şanssızı hangisiydi?

Çok var. Bir dönem oluyor tay çıkaramıyorsunuz, bir dönem oluyor 2 tane çıkıyor, bir dönem bereket oluyor 5 tane çıkıyor. İnşallah hepsinin şansı da bahtı da açık olsun. Tüm atçılarımız da emeklerinin karşılığını alsın. Büyük bir camia...Seyislerimiz canla başla çalışıyorlar, antrenörler aynı şekilde. Sahadaki arkadaşımızdan, kapıdaki görevliye kadar herkes bu camianın içinde canla başla çalışıyor. Hepsine güzel günler olsun, güzel atlar koşalım. Türkiye’nin şampiyonları olsun. Yurt dışında hepimiz gururla alkışlayalım. 

Hepimiz diliyoruz… En sevdiğiniz hipodrom hangisi?

O da değişiyor. Adana deyince, kebabı güzel, sohbeti de güzel...Oranın ayrı bir keyfi var. İstanbul ayrı bir güzellik taşıyor. İzmir çok daha ayrı, Ege’nin havası...Ankara daha bürokratik ama o da güzel... Tabii güzel at koşarsanız, o koştuğunuz at da kazanırsa çok daha keyifli...

En çok takdir ettiğiniz jokeyi de merak ediyoruz ama Selim Kaya’ya da ayrı bir parantez açmak isteriz. 
Selim Bey kardeşimden ben uzun yıllar çok büyük destek aldım. Kendisinden helallik isterim. Selim’in ayrı bir yeri vardır. Atlarımıza bindiği dönemde, eküri bitirdiğimiz birçok koşu oldu. Ben, kendimi bu camiada büyüklerimin yanında çocuk gibi hissediyorum, kardeşlerimin yanında da abla gibi hissediyorum. Çünkü hepsi bana, “Ablam, ablacığım” der. Sağ olsunlar hepsi bayramda ararlar, sorarlar, mesaj atarlar. Jokey kardeşlerimden bu hatırşinaslığı görüyorum. 

“ATÇILIĞI HERKESE TAVSİYE EDERİM”

Aklımdan silinmiyor dediğiniz bir yarış var mı?

Yok, yarış bitince bitiyor. Atçılığın bir güzel tarafı da bu. Yarış öncesi, belki o sabah daha erken kalkıyorsunuz, belki uyuyamıyorsunuz o heyecanla... Diliniz, damağınız kuruyor. Eyerlemeye, padoğa giderken ayaklarınız titriyor, heyecanlanıyorsunuz ama yarış başlayıp bittikten 15 - 20 dakika sonra o adrenalin diniyor. Daha eve gitmeden bir sonraki yarışın planını yapabilecek duruma geliyorsunuz. Umut hiç bitmiyor. Her gün yeni bir umut atçılıkta. Atlar ile her gün yeni bir umuda yolculuk yapıyorsunuz. Atçılıktan da bu tarafıyla kopamıyorsunuz zaten. Eğer yapabileceklerse, ortamları uygunsa herkese atçılığı tavsiye ederim.
 
Özellikle kadınlara tavsiye eder misiniz?

Kesinlikle. Kadın da erkek de artık günümüzde bir bütün. Kesinlikle kadınlara da erkeklere de herkese tavsiye ederim. Hep söylerim; atçılık insanın hayata bakış açısını değiştiriyor. Çok şey katıyor. Atla bütünleşmek çok güzel bir duygu. Biliyorsunuz, At’la Terapi var. Türkiye Jokey Kulübü’nün de, topluma bu konuda büyük destekleri var. Bana göre, atın yanından kendi hayatlarına döndükleri zaman farkı göreceklerdir.
 
Peki ekürinin bayrağını devretmeyi düşündüğünüz, hazırladığınız biri var mı? 
Dediğim gibi, babam hiçbir vasiyette bulunmadı. Ben de kimseye bir şey söyleyemem. Ailede kim arzu ederse… Kuzenlerim çok meraklı. Uzun yıllardır Dubai’de olan kuzenim benim 30 yıl önceki heyecanımı taşıyor. Aileden biri mutlaka devam edecektir diye düşünüyorum. 

Diğer Haberler

FUTGOLFTE 2024 AVRUPA ŞAMPİYONASI ÖNCESİ SON ELEME TURNUVASI
Cumhurbaşkanlığı 5. Uluslararası Yat Yarışı'na görkemli kapanış! AKPA Chemicals, Cumhuriyet Kupası'nın sahibi oldu
Cumhurbaşkanlığı 5.Uluslararası Yat Yarışları Başladı
Türkiye, 2024 Avrupa Futgolf Şampiyonası'na ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor
CANLI DİNLE
BİLYONERSEN KAZANIRSIN
Kerem Vatan